30 Ekim 2011 Pazar

Roma'da son gunum yarin- bugun olmus artik.
Ozleyeceklerim var. Bir de doyduklarim.
Muthis yerler gordum. Harika anilar biriktirdim.
Ogrendiklerim sahane! Muthis bir temel attim ve ver elini dunya. Bundan sonra dunya haritasindan yer secip kurslari takip etmem gerekiyor.
Hayati, ogullarimi, dostlarimi, hayatin sundugu imkanlari, insanlari, renkleri, gozun gorebilmesini, kulagin duyabilmesini, tenin hissetmesini, koku alabilmeyi.... Seviyorum.
Tesekkurler Tanrim. Beni sevdigini biliyorum ;)

İstanbul'un bazi seylerini ve yerlerini ozledim. Ama oradaki hayattan korkuyorum acikcasi. Beni tukettigi icin. Hayat kalitemi dusurdugu icin. Neyse. Onu da cozecegim elbet... Zira, kalbim orada atiyor...

27 Ekim 2011 Perşembe

Medeniyet

Yurt disinda cok sık rastladigim birsey: aksam saatlerinde evlerde yapilan piyano/gitar/cello egzersizlerinin disari sizan sesleri. Medeniyet, bizde tek disi kalmis canavar gibi olsa da aslinda pek kotu birsey diil sanki :) Medeniyet, cepteki para, dikilen gokdelen, gidilen ultramegasuper luks restoranlar, jipler, tanklar degildir; sanat, kultur, saygi harmani ile yasama sanati ve zevkidir.
Demem o ki: sanat, kultur yoksa medeniyet de olmaz, olamaz.
Saygi ise, olmazsa olmaz. Sine qua non.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Neron muydu acaba?

Hayatta komik seyler de oluyor bazen. Neredeyse emin oluyorum kamera sakasi olduguna...

Dun Roma'nin bazi sokaklarini istemeden de olsa eskittim. Program yogundu ve gunun sonuna oglanlarin siparislerini bulmak kaldi. Hic de kolay olmadi. Yok ferrariydi yok formulaydi, ama bu formula diilkiydi derken ben bittim. İsimi halletmenin verdigi huzur olmasa, oldugum yerde coker kalirdim. Ama o huzurla bedenimi suruklemeye devam ettim yorgun bir muzaffer olarak...
Kulagimda muzigim gozumu cevirdigim her noktada ya guzel bir bina ya guzel bir insan. Birden yanimda biri bitiverdi. Farketmemisim. Bir suredir benimle yuruyormus meger, duymamisim. Bana gitar cala cala eslik edermis! Cikardim kulakligimi. "Dove" filan deyince uzatmadan metroya dedim. Sorular detaylaninca anladim muhabbet uzayacak. "No italian" dedim. Nerdensin kimlerdensin muhabbeti ingilizce, ispanyolca, italyanca karisimi bir lisanla baslayinca, "kesin turktur bu" dedim. İsrarla nereli oldugumu sordu. Ooof of. Neden ben?! Bernini'ye cikan yokusta elimde torbalar, ayagimda kara sular, kafamda sorular ve yanimda bir meczupla epey yukluyum. Yok ispanyol, yok amerikali misinlardan sonra "i am from turkey" dedim, istenmem umuduyla. Adam yamuk yumuk turkce konusmaya basladi. Tamam dedim, bildim. Benle dalga geciyor. Amma ve lakin adam Portekizli cikti. Cok zorladim. Kesin dedim turksun ve gunun bu saatinde Tanri seni bana test diye yolladi. Meger adamin "İsmail" adinda "cok sevdigi" bir "arkadasi" varmis, onun sayesinde ogrenmis. Hatta 6 ay Bakirkoy'de kalmis. Adini sordum, "Konstantino" dedi. "N'olur biraz turkce konus benle. Unuttum cok" dedi. Kisa metrajli bir Fellini filmi daha cektikten sonra Metroya geldik ve hadi gule gule diyerek ugurladim, Roma'da İspanyola benzeterek bir Turk kizinin pesine takilan ve onunla turkce konusan Portekizli (ya da "Bakirkoy"lu ) adami!

Lâ havle velâ kuvvete...

Baska ne denir ki!

* Tele klutz belki :)

25 Ekim 2011 Salı

Bilinc baska, alti baska, ustu baska

Kursun bugunku kismini bitirdim. Ders calistim. Ama arka planda hep bir miktar huzun oluyor. Aklimin belli bir kismi olan bitene eslik ediyor. Etmese ayip olur zaten.
Sabahtan beri aklimdaki muzik de teyid ediyor duygudurumumu...
Ausencia...




Umarim Van soguk olmaz bu gece. Allah yardimcilari olsun.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Dua mi etmisim beddua mi bilemedim :(

Bir offf çeksek ordaki dağlar yıkılsa demiştim.
Yıkıldı. Ama dağlar değil. Yuvalar yıkıldı.
Çok üzgünüm.
Zor katlanıyorum.
Çaresiz kalmaya, seyretmeye, tıkanıp kalmaya, acı ile kavruluşu görürken memleketimde, dünyanın baska yerlerinde insanların hayattan çok da zevk alabildiklarine şahit olmaya...

Az önce uzaklardan gelen türkçe bir şarkı duydum. Başımı camdan uzattım ve Sezen Aksu'nun ilaç gibi sesini duydum. Gözlerim doldu, sevinçten. "Ben hâlâ dolaşıyorum âvâre" dese de. Şöyle garip bencileyin.

Özledim.

Dağıyla, ovasıyla.
Savaşıyla, barışıyla.

Allah gücümüzü artırsın, sabır versin...

Sosyalist Realism

Dun Palazzo delle Esposizioni'de bir sergi izledim. Sosyalist realist Rus ressamlarin 1920-1970 arasi eserlerinden olusuyordu. Birkac tanesini kendime daha yakin buldum ve kayda gectim.
Biri Viktor Popkov- Work is finished ( resmi, dis dunyanin ayna goruntusu degil, ic dunyanin bir imaji olarak tanimliyormus)


Bir digeri de Anatoli Levitin- A Warm Day ( reawakening of inner life, of individuality distinct from collective). Benim icinden gectigim surecte de benzer uyanislar var.


İkisi de durumuma, ruhuma ve begenime hitap ediyor.
Birkac tane daha var. Genel duruma uyan...
Daha sonra onlari da paylasacagim.

Ruslarin dirayetli, disiplinli ve uretken hallerini seviyorum.

20 Ekim 2011 Perşembe

Roma'dayim. 4. Gunum. Geldigimden beri piril piril gunes ve masmavi gokyuzu vardi. Dun bulutlandi. Sehit haberlerinden sonra. Ve bugun artik yapmak isteyip de donakaldigim icin yapamadigim seyi yapiyor. Durmaksizin, gokgurultuleri ile, simseklerle, firtinayla agliyor araliksiz olarak. Adeta kilometrelerce bulut var ve ne kadar yagsa durmayacak ve asla bir daha gunes yuzunu gostermeyecek. Hava karanlik. Simsek ile aydinlaniyor. Ben de boyle hissediyorum iste. Yagmak ve yagmak ve yagmak. Durmadan, dinlenmeden. Hic bitmeyecek gibi. Ve temizlemek ne var ne yoksa. Bir daha sehit vermemek icin. "Vatan sag olsun"mus. Olsun. Ama icinde sag kalmadiktan sonra... Veya aci ile kavrulmus, yanmis insanlarla dolduktan sonra. Hata var. Bir yerde hata var. Burada, Italya'da insanlar hayatin kremasini daha nasil mukemmellestirirler diye ugrasirken bizim varolma savasi ile ugrasmaya devam etmemiz veya buna mecbur birakilmamiz, haksizlik.
Sozler kifayetsiz. Hisler acitici. Eylemler yetersiz. Sonuc, basarisiz.
Kisir dongu var, kirilmayi bekleyen. Cozum bu dongude donmeye devam ederek degil, donguyu kirarak olur diye dusunuyorum.
Sehitler icin agliyor gokyuzu. Durmadan. İcim gibi. Gozlerim doluyor ve eslik etmek uzere yagmura, ramak kaliyor gozlerimden selaler akmasina. Ama tutuyorum kendimi. Cunku anlatmak ve konusmak istemiyorum insanlarla. Savunmak, tartismak, boyle bir yasi boyle bir anda paylasmak istemiyorum. Paylasilmiyor zira. Yasaniyor. Yasamayan da anlamiyor.
Ben de neyi ne kadar anladigimdan emin degilim. Ama kardeslerimizin bu sekilde yitip gitmeleri anlasak da anlamasak da devam ediyor.
Ne diyeyim?
Mekanlari cennet olsun.
Ruhlari sad olsun diyecegim, ama arkalarinda biraktiklari analar, babalar, cocuklar, kardesler, esler, sevgililer bu halde iken nasil sad olur ruhlari?
Eskiden "bir sirpli genc" vuruldugunda savas cikarmis. Simdi binlerce "Mehmetcik" sehit oluyor ve "catisma" ile sonuclaniyor. Bicak kemige dayandi deniyor onlarca yildir. Bicak bulsa kemigi dayanacak. Ama bulamiyor bir turlu. Belki de kemik de yok omurga da karar merciinde oturanlarda. Aci, dustugu yeri yakiyor. Ve yangin yayiliyor.
Bir de birlikten kacan asker haberi vardi bu sabah gazetelerde. Bitlis'te. Birkac yerinden vurulmus. Sehit desem sehit degil. Kim bilir ne dusuncelerle, korkularla kacti?

Yazik.

Bir offff ceksek oradaki tum daglar yikilsa. Heryeri dumduz olsa. Sorunlar yok olsa. Kimse yanmasa, aglamasa...

9 Ekim 2011 Pazar

DEH!!!!

Soğuk bir New York, Westchester gecesiydi. Şöminenin karşısında yağan kara karşı şaraplarımızı yudumlamış, sohbeti iyice yoğunlaştırmıştık. O gecenin tadına doyamadan uykuya düşmüştüm. 
Sanıyorum konuştuklarımıza ve halet-i ruhiyeme istinaden Sevgili Dilek Ablam bana manidar bir deyiş söylemişti tam da sızıp giderken ben. Ardından sarhoş halimle ettiğim okkalı küfrüme şaşakalmıştı. Bense o anı tam hatırlamamakla beraber, sonradan söylediğine göre, "az bile söylemişim" diyorum şimdi. 

Laf şöyle: 

"Everything comes in time to those who can wait" 
Francois Rabelais (1483-1553)

Rabelais'i .... demiştim. Bir daha diyorum. 

Neyi bekliyoruz arkadaşım!? Ne beklemeye değiyor? Hayat o kadar dolu, değişken, dinamik ve güzel ki! Her an yeni bir imkan. Her insan yeni bir umman. Gelen gelir, kalan kalır. Duran bakakalır.  

Sanırım şu lafı daha çok seviyorum, göçebe kültürün bir dölü olarak:

"Kervan yolda düzülür".

Hadi Burcu: Deh! 

*Hamiş: Sevgili Dilek Ablam. Şaşırma. Daha 2 gün önce Rabelais haklıymış demiştim. Bugün vazgeçtim :)