24 Kasım 2010 Çarşamba

Ah Istanbul...

Sabah gökyüzü pırıl pırıl, masmaviydi. Salona kapanıp spor yapmak enerji israfı olacaktı. Sahilde koşmak ise bir ödül...
Öyle de oldu. Hayatımın en güzel sabahlarından biriydi. Deli deniz, şiddetli Lodos'a kendini bırakıp, kanat çırpmadan havada asılı kalan kuşlar, güneşin ışıklarının denizle dansı, müziğim ve koşu... Tembel tembel, tırıs koşu. Ve Lodos'a rağmen başağrısının yokluğu!
ipod'umun elverdiği kadarı ile çekebildim güzellikleri. Gözün gördüğü, kulağın duyduğu, cildin hissettiği, yüreği cızlatan güzellik olmadı tabii. Ama fikir verebilir. 
Çok şımartıcı, çok yatıştırıcı. Bir o kadar da kafa karıştırıcı... Bu şehirle ilgili. Yaşanmaz bu şehirde derken, öyle bir güzellikle karşınıza çıkıyor ki bu şehir... Öyle çarpıcı bir güzelliği ve çekiciliği var ki. Gidilmiyor... Ondan uzak kalmak göze alınamıyor. Her türlü işkencesine göz yumulur, ona uyulur gibi geliyor. 
Ben hayatımda bu kadar güzel bir şehir görmedim. Suyun kenarında çok şehir gördüm. Kimisi deniz kenarında, kimisi okyanus. Kimisinin içinden nehir geçer- çamurlu çamurlu, kimisinin içinde göl vardır. Hepsinin verdiği his aynıdır: "Su akar deli bakar". Ama İstanbul'daki "su", ister Marmara olsun, ister Boğaz, insanı "deli eder", "aklını alır", rengiyle, kokusuyla, coşkusuyla... 

Kulağımdaki müzik, durum ile çok uyumluydu. Bir şarkı daha var ki o da iyi giderdi. Onu da ekleyeceğim. Klibi bir de onun eşliğinde (Muse'un sesini kısarak) seyretmeli... Vaktim olursa onun için ayrı bir klip de yaparım belki. 
Ben bugünü paylaşıyorum. İstanbul'u sevenler ve özleyenler için...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder