13 Aralık 2010 Pazartesi

I wasterdam

Aklımda birçok konu vardı yazmak istediğim. Yazmayı düşündüğüm an yazmazsam unutuyorum.
Sondan başlayayım yazmaya...
Amsterdam seyahatimizden.
Et ve ot şehri Amsterdam.
Havaalanında karşılayan kahve kokusu direk medeniyet kitap gibi şeyler çağrıştırıyor bana. Avrupa işte diyorum. Avrupa sınırları içinde ziyaret ettiğim ve bende daha derin izler bırakan ülkelerde bu koku hakim. Bu ülkelerde kahve kokusu kitapçılarla da birleşince, orada yaşayabilirim duygusuna sokuyor insanı. Toplu taşıma araçları bir işkenceden ziyade bir "ulaşım" aracı gibi. Kitabınızı açıp okuyabiliyorsunuz. Gözünüzün gördüğü kadarı ile dokunmanıza engel olacak bir pislik görmüyorsunuz. Obsesif- kompulsif bozukluğum olduğuna neredeyse eminken, orada pekala normal insanlar gibi davranabildiğimi gördüm. Demek ki ben de metroda demirleri tutabiliyor, tuvalet kapılarını mendille tutmadan açabiliyormuşum! Elbette orada da istisnalar var ama kaideyi bozmuyorlar. Bizde ise kaide, istisnalar sayesinde ayakta durmaya çalışıyor... Tuvalet muhabbetine girmeyeceğim.

İnsanların giyim kuşamlarına geçiyorum. Ne kadar da benzer giyiniyorlar. Yırtınmıyorlar. Doğal ve rahatlar. Örtünmek için giyiniyorlar. Giydiklerini göstermek için değil. Bizde örtünmek tamamen yanlış yorumlanarak "sarınmak" boyutlarında iken, giyinmek de giydikleri ile etrafa statü göstermek anlamında ele alınıyor sanki. Hoş ben epeydir insanların kıyafetlerini veya dış görünüşlerini incelemeyi bırakmıştım.  O kadar çeşit var ki, ben yoruluyorum. Benzer mazeret ile alışveriş merkezlerinden de kaçıyorum. İnsanları incelerken, yargılamaya başlayabiliyorum. Bu da beni yoruyor. Yargılama kısmı için tedavi oluyorum zaten :)

Amsterdam şehir olarak süper sempatik bir şehir. Kanallar malum... Kanalların etrafındaki evler eski, ama eskimiş değil. Korunmuş, bakılmış, özenle içleri döşenmiş. Neyle mi? Kitaplık ve tablolarla. İşte ben bu zevki kıskanırım. İnsanların okuyabilirliğini ve tablo edinebilecek düzeyde zevk sahipliği edinmiş olmalarını. İçlerinde çalan müzikleri duyamadım elbette. Ama kimbilir neler neler çalıyordu o evlerde? Evet. Özendim. Hem de çok özendim yaşam kalitelerine.

Meydanlardan birinde bir kafede oturup içkimizi yudumladık. İnsanlar bizden farklı olarak sadece içebiliyorlar, yanında birşey yemeksizin. Şahsen ben atıştırmaya alışığım. Sadece içmek bana yabancı :) Ama içmenin bir yaşam şekli, muhabbete katık olduğu düşünülürse, beraberinde atıştırmanın sağlık açısından ne kadar dezavantajlı olacağı tartışılmaz.

Yer gök Arjantin restoranları ile kaplı. Etleri meşhurmuş. Yediğimde anladım "et" ne demekmiş :) Yoğun spor yaptığım dönemlerde canımın çektiği kanlı- canlı etler... Neredeyse dananın ta kendisi tabağı ortalamış geliyor. Şaka bir yana adamlar, o etleri öyle güzel pişiriyorlar ki... Ben pişirsem, taş gibi sertleşir kapıya takoz olur o etler :)

Etlerimizi yedikten sonra, "et" seyretmeye gittik... Red Light District'e tabii ki. Erkek olmadığım için sanırım, bana birşey ifade etmediği gibi, üzüldüm. Doğallık adına mı, aşmışlık adına mı bu şekilde sergiliyorlar bilemiyorum. Ama bence kesinlikle estetik değil. Hayvani diyebiliriz belki. O da olmaz, çünkü hayvanlar bu şekilde sergilemezler herhangi birşeylerini. Gerçekten doğal oldukları için. Sergilemek, doğallık harici bir durum. Her "doğal" kabul ettiğimiz alışkanlığımızı sergileyecek olsak, tuvaletlerin de sergi salonu olması lazım. Giderek iğrençleşiyor bu düşüncenin devamı. Kusura bakmayın. Toplum bu uygulama ile cinsel ilişkiyi salt ihtiyaca indirgemiş olabilir. Belki bu deneyimler, kadın-erkek ilişkilerinde duygusal, zihinsel ve bedensel tam bütünlüğü bulma durumunda "çift"lerin bütün olduklarını farkettirme ihtimaline imkan veriyordur. Ama bu serbestlik bu teşhircilikle olmamalı diye düşünüyorum. Neyse... Kırmızı ışıkları ve içlerindeki alemleri bıraktık orada.

Etleri geride bırakıp, otlara yelken açtık. Artık demlenme zamanı gelmişti. Coffeshop'a uğramadan Amsterdam'ı gördüm diyemezdim. Bulldog'tu önerilen. Kekle başla, dikkat et, yavaş ye dediler. Tık olmadı. Tüttüm, yine birşey olmadı. Ben meğer sigarayı içmeyi bilmiyormuşum. Boşa gitti güzelim ot.
Bir daha denedim. Satıcı, "Madem yüzme bilmiyordun neden çıktın ağaca?" gibisinden "If you don't smoke, why do you smoke?!" dedi ama beni vazgeçiremedi.  Öksüre tıksıra da olsa, marifetmiş gibi sigara içmeyi de öğrendim. Olmuştu. Kafa yapmıştı. Deli gibi şarkı söylemek arzusu geldi. Bir enstrüman çalmayı bilseydim, müthiş döktürürdüm gibi geldi. Sanatçıları anlar gibi oldum. Algım çok hoş bir şekilde artmıştı. Cool bir hal gelmişti üzerime. Konuşmuyor, izliyor ve her gördüğümden keyif alıyordum. Fena işti bu. İyi ki de bizde illegaldi. Yoksa durum fenaydı...

Biraz da müzelerden bahsedelim. Van Gogh tabii ki. Ben kafamın onunla bu kadar uyumlu olduğunu bilmezdim. Hayata aynı pencereden baktığımızı- ki biraz kendimi havalara sokmuş oluyorum tabii ki bu söylemimle- hiç bilmezdim. Onca ressam içinde en çok onun fırça darbelerini sevdiğimi farkettim. Belki de Kayra'nın da benzer bir tarzı var resimde, o yüzden de olabilir :) Sanki bir baltaya sap olamadığı düşünüldüğü bir anda, sanat galerisi sahibi olan erkek kardeşi Theo tarafından "resim yap bari" diye yönlendirilen bir deha o... Dindar babası ile arasının açıklığı, sıcak aileye olan hasreti resimlerinden çıkardığım.  Benzer yanımız babalarımız ve/veya ailelerimiz ile ilişkilerimiz değil. Hayatın doğallığını, mücadeleyi ve o mücadelenin izlerini algılayış ve ifade etme şekli. Ben algılıyorum ama ifade edemiyorum. Hastalığı ortaya çıkmadan önce çizdiği postallar, köylüler ve resim yaptığı köylerden de anlaşılacağı üzere emek, doğallık, hayat ve zorluklar ona çekici geliyor. Kanımca o içine de giremiyor bu hayatların ve ancak resmederek bu hayatın bir parçası oluyor. Benim çıkarımım da şöye oldu: "ya çizerim bu hayatı; ya girerim bu hayata" :D Şaka bir yana, biraz daha çalışacağım ben bu adamı. Sevdim zira.

Rijksmuseum, Rembrandt açısından iyi oldu. "The Night Watch"ı didik didik çalıştık. Diğerlerini biraz daha hızlı geçtik. Portrlerle işim olmaz zira. Hızla bitirdik. Ama Zümrüt'ün fotoğraflarından daha net görüntüler ve detaylar var portrelerde. Allah akıl fikir versin uğraşmış adamlar - boşluktan besbelli :) Neyse kütük yanımı saklıyayım ben şimdi. Çok güzeldi çok :D

Kanalları da gezdik tabii. Evlerin güzelliğini görüp, kıskandıktan sonra uyuyakalmışım.

Ez cümle: Ben Amsterdam'ı çok sevdim. Bir daha gitmek isterim.



3 yorum:

  1. Sectigin sarki da New York arifesinde (iki sehri baglayan)iyi bir baglac olmus :-)
    Amsterdam'i ben de severim. Duz ayak olusunu, bisikletlerini, kucuk arabalarini (sanki buyuklerini alamazlarmis gibi! e-tabi biz Istanbullular kadar zengin degiller :-P), ciceklerini, guler yuzlu insanlarini (eski bir sarkidaki gibi: "mutlu bir Hollandali"...-tabii turistlerden ayirt edebildigince)...
    En son gittigimde, bir haftalik Alkmaar (Amsterdam'in yarim saat kuzeyi)sonrasiydi; fazla turistik gelmisti, ama soylediklerine katilmamak mumkun degil (yaz Burcu yaz!Senin suzgecinden gecip kelimelere dokuldugunde insanin bildigini sandiklari bile daha hos gozukuyor)!. Eglenmenize cok sevindim :-D

    YanıtlaSil
  2. Yaz Burcu yaz fikrini sonsuza kadar destekliyorum. Artık resmi olarak bu günden itibaren ilişkimizi sen ben boyutuna geçiriyorum zira iş ilişkimiz şimdilik sona erdi ya.
    Amsterdama gelince..
    Hayali domatezler görmeden biten bir amsterdam tam sayılmaz ama bence tam zamanında durmuşun zira bir doz fazlası insanı mutlu etmekten çok sersem ediyor.
    Söyleseydin çılgınca avaz avaz bir şarkı amsterdam sokaklarında ne olurki. Özgürsün.
    Medeni ülke konusuna gelince ahhhh bende kaçmak çok isterim her havalimanında şöyle pufff pufff ve Belçikalı yada Holandalı bir Lale. ahh ahh.
    Van Gogh konusuna gelince. Ben söylemiştim demek istemiyorum ama başka tabii.
    Red Light district. hayatımda çıplaklıktan ve kadın olmaktan rahatsız olduğum tek yer.
    Ve son olarak evler konusu. o evelerde. mutlu cıvıl cıvıl çocuklar, ve minik köpekler ve bolcana ruh oksayan Brahms-bach-vivaldi. Zira Mozartı Benelux sevmez o yüzden.
    çok güzel olmuş. yaz burcu yaz

    YanıtlaSil
  3. Kesinlikle yazmaya devam etmek isterim sizler böyle katkıda bulundukça :D

    YanıtlaSil