27 Aralık 2011 Salı

Yarın Yokmuş Gibi Yaşamak

Şimdinin gücüne inanmak.
Dünün tecrübesini, yarının yokluğuna katarak bugünün tadını çıkarmak.
"Manyak" olmak.
Hiç de aldığım eğitimle bağdaşmıyor. Ben, dünün acısıyla, yarının kaygısını birleştirip bugünü kahrediyorum genelde...
Ama benim gözlemlerim ustalığın içinde manyaklık olduğunu ispatlıyor. O veya bu şekilde "manyak" usta mertebesine erişen insanlar.

Bu filmde izlediğimiz, yaşayan veya yaşamayan (birkaçının akibetini anlayamadım/göremedim), tüm "usta"ların önünde saygıyla eğiliyorum.

26 Aralık 2011 Pazartesi

20 Aralık 2011 Salı

Bizimkiler duymasın ;-)

Heryerde alkol kontrolu var.
Alkol yasakları var.

Yasaklar her zaman insanı ihtimallerin kötüsüne iter diye düşünürüm. Özgür irade ve bilgi yerine, merak ve baskı galip gelir ikilemlerde.

Alkol değilse marijuana demek hiç de zor değil bu durumda irade ve bilgisini kullanmayan, baskı altındaki meraklılar için.

http://www.nytimes.com/roomfordebate/2011/12/19/should-teenagers-get-high-instead-of-drunk/marijuana-is-far-less-toxic-than-alcohol-or-cocaine

Get high instead of drug?!

Hoşuma giden ve gıpta ettiğim şey bu konuların Amerika'daki okullarda, veliler ve çocukların gerek birarada gerekse izole oldukları toplantılarda, müzakere konusu yapılması.

Bizde ise, emirle bitiyor bu işler. E merak da içeride durduğu gibi durmuyor işte... Bu da tehlikeli.

Bir atasözü vardır: "Curiosity killed the cat." diye.

Genişletmiştik biz onu sonra: "Curiosity killed the cat, but satisfaction brought him back." diye.

Ama yaş ilerleyince demek ki atasözleri de atrofiye oluyor ve ben yine "curiosity killed the cat"e dönüyorum. Ve yasaklar kalksın konular yaygın toplantılarla ele alınsın diyorum. Alınsın ki özgür irade ile seçimler yapılıp, kişiler kendi sorumluluklarını taşısın diyorum.

Amma da konuştum :)))

Tef çalasım var

18 Aralık 2011 Pazar

Kendi sesinden ağıt...



Bazıları var olamaz. Bazıları da yok olamaz. 


You will always be present Ms. Evora. You can never be absent. 


R.I.P.


Absence... 


Ausencia... 







absence, absence...

if i got wings
to fly at that distance
if i was a gazzella
to run without getting tired

then, at your side
i would see the daylight
and "absence never again"
it would be our lemma

but only in my thoughts
i travel without fear
i got my freedom
only in my dreams

in my deep dreams
i have your protection
i have your love
and your smile

oh, i’m feeling lonely
like the sun alone in the sky
the sunshine is blind
can’t see his clarity
what he is illuminating
where he goes next
oh, solitude is my faith...

absence, absence...


10 Aralık 2011 Cumartesi

Outdoors

Ben salonda koşmaya alışmışım.

Sabah gökyüzünü pırıl pırıl görünce sahile indim koşmaya. Lodos sanırım. Denizden esen rüzgarın koşunun konforunu bu denli bozabileceğini düşünmeksizin, tedbirsizim...

Üşümedim. Eldivenim bile vardı. Amma ve lakin saçımı toplayabileceğim ne toka ne bere... Hiçbirşey almamışım. Kapşonum da işe yaramadı. Saçlarım bir gözüme, bir burnuma girdi. Hiç olmadı dudak kremime yapıştı! Ipodun kulaklığı bir düştü, bir taktım. Bir koştum, bir yürüdüm. Rüzgarın durumuna göre. Rüzgar tam karşıya denk geldi mi.... Tutmayın beni! Saçlarımı savura savura, rüzgara/dirence karşı koşu! Denemeyen varsa denesin. Ve görsün, yaşasın bu hazzı. Bu arada sevindim tabii, saçlarım meğer ne kadar da uzamış meğer diye düşünerek :))

Aslında bana ne düşündürdü bu tecrübe... Indoors ile outdoors çok farklı. Indoors: Steril. Outdoors: Gerçek. Hazırlıklı olmak için yaşamak gerek. İkisi de koşu belki. Ama outdoors, hem durum stabil değil, hem de multifaktöriyel. Onun içindir ki ben yavrularımı outdoors yetiştirmek istiyorum, steriliteden uzak... Çok da mikroplara bulaşmadan elbette! Zor zanaat bu memlekette...

Sahil yolu da bizim memleket diyerek, Tanrı'ya şükrettim bir kez daha tüm gördüklerim, duyduklarım, hissettiklerim ve hissedebildiklerim için...

Cumartesi başladı ve ben eve kaçtım.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Yıkmak Yapmaktan Zor

Ne zor.

İnsanın içindeki, etrafındaki duvarları yıkması.
Kim yapmış, ne zaman yapmış? Ben mi yapmışım? Kim yardım etmiş bu duvarların yapımında? Yapılmalılar, olmalılar, olması gerkenler... -meliler, -malılar...

Öğrenmişim. Duvar yapmayı öğrenmişim. Şimdi de yıkmaya çalışıyorum. Yıllardır yükseltilen duvarları, etrafa zarar vermeden yıkmaya çalışıyorum. Şaşırıyorlar tabii. Şaşırmazlar mı? Kızıyorlar tabii. Kızmazlar mı?

Yıllardır emekle yaptığım duvarları yıkmak... Doğru sanarak yaptığım eserlerin pek de iyi olmadığına karar vererek, yeniden başlamaya soyunmak. Acıyor tabii. Acımaz mı!?

Çocuklarıma duvar nasıl yapılır gösteriyorum, öğretmeden. Yaptıklarım bana ait. Onlar başka, ben başka. Duvarlarını ben yapmamaya çalışıyorum. Belki duvar gerekmiyordur!! Belki istemezler. Hadlerini öğrensinler yeter. Hadlerini duvarla mı belirlerler, yoksa başka bir şeyle mi zaman öğretiyor zaten...

Yoruluyorum. Yorulmaz mıyım? Yapmaktan zor yıkmak.

Sabır bir erdem mi? Erdemdir umarım.

4 Aralık 2011 Pazar

Geri Dönülmez Bir Yoldayım

Bazen bir rüzgarım esen, bazen de düşen bir yaprak...
Tut ellerimi istersen 
Maziye uzanarak... 

"Bazi romanlar okuyanin hayatini degistirir, bazilari da ancak hayat degisince okunabilir." Hakan Gunday

Peki ya arafta okunanlar... Hele ki o roman tam da yeri ve zamaninda bir elden verildiyse... O el opulmez mi?
"Yalnizligina iyi bak, sahip cik. Kac kisinin emegi var onda kimbilir." Oguz Atay

27 Kasım 2011 Pazar

My way

Notlarımı karıştırırken bir notumu buldum.
Yurt dışı gezilerimden birinde yazmışım. Bir arkadaşım ile gidilen bir gezi...
Onun toplantısı var.  Ben kendimi eğleyeceğim. Otelin nefis bahçesinde kitabı okurken gerçekleşen olayı yazmışım. Salata sipariş etmişim. Paramı öderken bahşiş verme aşamasında arkadaşımın orada bahşiş verilmediğini söylediğini hatırlamışım. Ama benim alışkanlığım dünyanın neresinde olursam olayım bahşiş vermek. Zira bugüne kadar hep yaptıklarımdan değil, yapmadıklarımdan pişmanlık duymuşumdur. Neyse... Bahşişimi vermişim. Kitaba döndüğümde okuduğum ilk cümle ile doğru hareket ettiğimin sinyalini almışım: "LIFE REWARDS WHAT IS DONE, NOT WHAT IS NOT DONE."

Bazen söz bitiyor ve bu eşzamanlılıklar herşeyden çok şey anlatıyor...

Paid my dues...

Have liked... Have liked... Have liked...

N'olur Hedonist Olsam?!

Thinking about "... transforming from 'ascetism' to 'hedonism'... Going from a healthy city to a flawed city..."
Plato- The Republic

26 Kasım 2011 Cumartesi

Önce beni seveyim, sonra başkalarını...

Hakkımda çok şikayet var... (en yakınlarımdan hem de!)
Dış çemberlere hava hoş, çünkü eğlencem hoş!
Eski Burcu değilmişim..
Beğenmeyen takılmasın, oğluna almasın!

İpsiz hayat oh ne rahat :)
Hayat o kadar güzel ki popülaritem düştü diye üzülecek değilim. Başkalarını sevsinler. Ben de kendimi seveyim- yeni halimle!

25 Kasım 2011 Cuma

İsraf

Tabağına yiyebileceğin kadar yemek, hayatına sevebileceğin kadar insan al. İsrafın lüzumu yok. Tabaktaki fazla yemek karnını, hayatındaki fazla insan da başını ağrıtır.

22 Kasım 2011 Salı

Gereksiz Bir Yazı... But I needed to vent...

Canım. Aşkım. Hayatım. Ciğerim.
Aklınıza daha vıcık, avam kelime geliyor mu?
Geliyorsa hiç durmayın. Turkcell Reklam ve Halkla İlişkiler Departmanı'na ulaşın ve bu kelimelere ekletin. Ekletin ki şehrin billboardlarına yazsınlar!

Dikkat çekmemesi imkansız bu yazıların. Trafikte gözünüze giriyor zira. Dün sabah sporda da şahane bir müzik eşliğinde koşarken birden tökezledim, çünkü kulağımdan giren sesler önce beynime sonra mideme saplandı. Derhal radyo kanalını değiştirmeye çalıştım. Meğer Turkcell'in reklam müziği imiş... Uzun zamandır bu kadar iğrenç bir arabesk dinlememiştim!

Yeni trend bu. Avamı tavla (Bkz. Türkiye demografisi), paraları topla! En ufak bir kalite kaygısı gütmeden, yıllardır var olan imaj, duruş çizgisine bakmadan, nerede çokluk orada para diye düşünen insanlarla sarılı etrafımız. Oylar da böyle toplanıyor, paralar da... Türkiye de bu anlamda cennet! Hedef kitlenin genişliği açısından :)))

Turkcell yıllarca belli bir formatta giderdi. Son dönemde hizmet kalitesindeki düşüş, çalışanlarının yetersizliği, fiyatlarının yüksekliği, paket kakalamaca uğraşısı uzaktan uzağa dikkatimi çekiyordu. Ama artık kesin: Turkcell oldu bana Turkhell!

Nasıl sıkmadan anlatılır bilmem ama bir yerden de başlamalı lafa...

Şöyle ki:

Birkaç ay önce, yaptıkları bir hata nedeni ile bize yüklettikleri faturayı ve yine kendi hataları yüzünden ödettikleri gecikme zammını konu alan bir konuşma yapmıştık. "Kayıtlarında" durur. Özür dilediler, sözlü. "Madem sizin hatanız olduğunu kabul ediyor ve özür diliyorsunuz, e bari gecikme zammını almayın" dediğimde. "Mümkün değil, çünkü bu durum kişisel!" dediler.  Yani dava aç kazanırsın hikayesi. Ben bu filmi daha önce gördüğüm için benden ırak cehenneme direk diyerek konuyu kapatmıştım. Durum "kurumsal" olsa n'olurdu hala bilmiyorum :D

Geçtiğimiz aylarda yaptığım yurt dışı seyahatlerim öncesinde Turkhell paketlerinden çeşitli kombinasyonlar yapıp almıştım. Peşin peşin ödedim ki minimal muhatap olayım istedim... Ama ne mümkün...
Paketleriniz bittiğinde bilgilendirme mesajı gelecek dediler. Ne hoş! Ben buna güvenmeyip, yurtdışlarından Turkcell'i arayıp "paketler"in durumlarını da kontrol ettim. Henüz bitmedi efendim, mesaj yok efendim vs... teyitleri ile konuşmaya, yazışmaya devam ettim.

Faturam geldi. Paket + Kazık şeklinde...

Üşenmedim. Aradım "532"i. Pratikleştirmişler cehenneme girişi. Çok numara çevirmeden sadece 3 rakam ile ulaşıyorsunuz Turkhell'e!
Jet-lag'i avantaja dönüştürüp, uykumun koşarak benden kaçtığı sabah 02:00'i seçtim aramak için. Dakikalarca sinir zıplatıcı Turkcell cıngılını yüzlerce saniye dinletmesinler diye.
37 dakikalık bir görüşme sonunda ben şunu anlatabildim (sanıyorum): " Bana uyarı mesajı gelmedi paketlerin bittiğine dair. Siz de kontrol  ve teyid eder misiniz lütfen?". Kontrol ve teyid edildi ki öyle bir meaj gönderilmemiş. Turkcell diye sevinerek işe başladıkları Turkhell'in "kibarcık" konuşmalı, iş bitiremez tele-gençlerinden bu sefer karşıma tüm samimiyetiyle yardım etmeye çalışan bir istisnası çıktı. Yoksa zaten 37 dakikamı, kazığa ek olarak Turkcell'e vermezdim...
Bir form doldurdu benim adıma, kendi insiyatifi ile. Bir elemanımızın hatalı bilgilendirmesi olmuş gibi duruyor dedi. "Elemana zarar gelmesin, telafisi mümkünse devam edelim" dedim. Daha önce Turkcell'in bu tarz bir geri dönüşüne şahit olmadığımı belirterek... "Elbette telafi edilir, bu şeklide bilgilendirme yapılmamışsa" dedi (Dediğim gibi insiyatifli ve iyi niyetli bir genç; ne işi varsa Turkcell'de!). Ayrıca, bir dipnot ekledi. Bilgilendirme paket süresi dolduğunda gönderilir dedi. Yani ayın birinde aldığınızı bildiğiniz aylık bir paket için, diğer ayın birinde "paket süresi dolmuştur" diye mesaj gönderiyorlarmış. Allah razı olsun! Ne hizmet! Amma ve lakin paketi satarken açıklama bu şekilde yapılmıyor tabii ki. Kendinizi güvende hissediyorsunuz nasıl olsa uyarı gelecek diye, lak lak konuşur ve Turkcell kontörü şakır şakır dönerken... Neyse... Yılmaz ve iyi niyetli Turkcell genci, "72 saat içinde size geri dönülecek" dedi.
Ertesi gün döndüler ( bu laf da ayrı bir yazı konusu ya, neyse...Dönmek... Iyyy.... ) Mesaj şeklinde dönüş... "FATURANIZI İNCELEDİK. ÜCRETLENDİRME DOĞRUDUR." diyorlar... Bir de "GÜVENİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ" demişler. Soru ne, cevap ne!? Talep ne, niyet ne?! Teşekkür niye?! Güven kime!? Allah Aşkına!!! Şizofreni gibi... Ya da Fellini filmi... Ya da bir test. Sinir testi...

Ben cennetin de cehennemin de yeryüzünde yaşandığına inanırım. Günahımı, sevabımı bilmem ama kendimi cehennemde hissettiğim çok an yoktur. "Cehennem" dedirten durumlardan biri, iletişimsizliğin sürgit olduğu durumlardır. Garanti Bankası öyle hissetiriyordu; kendimi oradan söktürdüm. Turkcell de aynı şekilde hissettiriyor şimdi... Elemanlara "Güzel konuş, "kibarcık" ol ama istediğin gibi saçmala, oyala, yeter ki birşey sat, yeter ki sat. Ne satarsan sat! Müşteri kaçırma, tut" eğitimi verirken, sorun odaklı olmalarına özellikle izin verilmediği hissine kapılıyorum. Elektronik iletişimde iddialı olan bir kurumun, kişisel iletişimde bu kadar da başarısız olabilmesi ne paradoks Yarabbim! Hayat paylaşınça güzelmiş! Hıh! Buna paylaşma denmez düdükler; "cepten rızam dışında para almak" denir. Hayat size güzel- şimdilik!

Bu kurumla ilgili adli potansiyelli konularım çok. İlgilenmek ve bu yoldan iyi para kazanmak isteyen varsa bana ulaşsın. Vekalet ve done vereyim. Kazandıklarını onlara bağışlayacağım. Zira benim enerjim ve zamanım yok. Hukuk mücadelesi kotamı doldurdum yıllar önce. Allah düşürmesin bir daha...

Ayıp ayıp diyorum. Başka da birşey demiyorum :))

Turkcell için Billboard önerilerim de şöyle:
- Önce kazıkla, sonra açıkla!
- Yersen...
- Turkcell'den Turkhell'e... İstanbul Film Festivali'nde!
- Konuşsan da konuşmasan da... Hep Faturanda!
- Aptal ederim, fıtık ederim; üzerine faturayı da sana keserim!

Ufff... Daha çıkar bir sürü de... Ne gerek var...
İşte böyle.

20 Kasım 2011 Pazar

17 Kasım 2011 Perşembe

Bir Durumsallık Durumu

Güzeeeel :)))


Bir alıntı...


Ata’yı bu yıl da abuk sabuk tartışmalarla anıyoruz...
Gazeteci Nagehan Alçı’nın CNN’deki dörtlü sohbet programında sarfettiği “Atatürk diktatördü” sözleri mesela... Hayli gürültü kopardı. Alçı’nın yazdığı Akşam gazetesinde bir süre önce Prof. Mete Tuncay, üstelik Atatürk’ü Tayyip Erdoğan’la kıyaslayarak, aynı yorumu yapmıştı... Hocası böyleyse öğrencisine ne diyeceksiniz?
Bir yabancı gazeteci Atatürk’e sormuş:
- Sizin için diktatör diyorlar ne dersiniz?
- Ben diktatör olsaydım siz bu soruyu soramazdınız, demiş Atatürk...
* * *
Liderler yaşadıkları dönemlerin tartısında tartılır.
Bugünün ölçüleriyle dünü tartamazsınız...
Ayrıca bugün ifade özgürlüğünüz sınırlıysa dünü tartışmanızın hiç anlamı yoktur...
Ahmet Hakan bu anlamsızlığı güzel ifade etti bir yazısında... Dedi ki:
“Başbakan’ın, bakanların, milletvekillerinin, etkili bürokratların, polisin, cemaat liderlerinin bile doğru dürüst tartışılamadığı, ülkeye egemen olanlar haklarında iki satır yazıldıktan sonra  ‘inşallah başıma bir bela gelmez’ diye bin bir temennide bulunulduğu bir ülkede Atatürk’ü de tartışmayıverelim...”
* * *
Stalin döneminde bir Sovyet vatandaşı ile bir Amerikalı fikir özgürlüğü konusunu tartışıyorlar. Amerikalı diyor ki:
- Bizde fikir özgürlüğü var. Biz Başkan Truman’ı istediğimiz gibi eleştirebiliriz...
Sovyet vatandaşı diyor ki:
- Bizde de fikir özgürlüğü var. Biz de Truman’ı istediğimiz gibi eleştirebiliriz...
Atatürk’ü eleştirenlerin fikir özgürlüğü de bugün bu kadar...




15 Kasım 2011 Salı

Test

Tanri Van'dakilerin sabrini mi deniyor, yoksa millet olarak bizi mi test ediyor? Cok sarsti ama anlayamadik hala...

Genler / Coğrafya

Jet-lag... Okuyorum... Ve bu bilgi ile daha da uyaniyorum. Steve Jobs'un organik babasi Suriye kokenli bir musluman... Yeni bir arastirma konusu: Genler mi cografya mi insani bozan/yapan? Cevabini bilsem de...

6 Kasım 2011 Pazar

Soguk ama isitiyor icimi her nasilsa?!

Gozumun gordugu, kulagimin duydugu, yuregimin hissettigi...
Cibelle'in sarkisi da cabasi. 

Bayram nedir ki !?

BAYRAM
 
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz
kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram oldugunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun diregi bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni
kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayip "çok sükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.

Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmus bir
ilişkiyi bitirmek de öyle...

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini
bölmek, korktuğunda güvendigine sarılabilmek, dara
düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede
üstüne serilen battaniye, saçlarini müşfik bir sevgiyle
okşayan anne bayramdır.

"Ona güvenmistim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış
ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son
taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda
karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi,
nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta
ölebilmek bayram..
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.
Her gününüz bayram olsun..!

Can Yücel
 
 
 

3 Kasım 2011 Perşembe

Öyle Bir Geçer Zaman ki...

Her geçen gün, İtalya ve İtalyanları daha çok seviyorum.
Nedense...

24 000 Baci

Hayatta öyle halkalar öyle ilginç rastlantılarla bir araya geliyor ve zincir oluyor ki...
Bu şarkı da linklerden biri...

1 Kasım 2011 Salı

Her iki ayaklıyı adam sanma...

Mor minik bir defterim var artik. Aklima gelenleri kacirmadan, ucurmadan kayda gecebileyim diye...

Ben bilmezdim bu defterin bu kadar mazisi oldugunu. Meger tek ihtiyac duyan ben degilmisim boyle defterlere :))) http://tr.wikipedia.org/wiki/Moleskine

Aldigim her notu paylasacak degilim elbette. Sonra belki ;)

Dune ait bir not sectim... Genelleyemem ama ozelleyebilirim (ozellikle... anlaminda)...

TÜRKLERİ NASIL TANIRIZ?

Dis gorunumu nasil olursa olsun, görüntüsü adama benzese de, kütük gibi duruyorsa, centilmenligin "c" sine "Ce!" bile dememişse, kadınlara yol vermenin kendisini küçülttüğünü düşünerek kendini "büyütüyor" ise, küçük dünyaları ben yarattım diyorsa, etrafı takmıyormuş gibi gözüküp, her halinden etrafı scan ettigi ve aranip, bakindigi asikarsa (attention seeking behaviour)... Bilin ki bu "kalın", "büyük kütük" TÜRKTÜR!

Bunu yazdıran kütük de uçakta yolumu tıkayan, kendini klas sanan bir kalas Türk'tür. Utanç verici...

Mutlaka her millette böyle homo sapiens oncesi tipler vardir. Ama yogunluk acisindan bence biz lideriz.

Irkçıyım. Evet. Irkçı...

Uzaktan Sev Beni Yar

Ben seni severim de; düzenim bozulur diye korkuyorum..
Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar,
Sinemaya gitmeye, el ele tutuşmaya falan kalkarız.
İşin yoksa; saç tara, parfüm sık..
Küsmesi, barışması, ayılması bayılması,
...Ona baktın, bunu süzdün tafraları.
Hatta; eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması..

Bu kadar ceremeye ne gerek var?
Uzaktan sev beni yar.

Can Yücel

R.I.P STEVE JOBS

Steve Jobs icin hatim indirmeyi bile dusundum. Apple urunlerinin her biri icin, ama iphone ve ipadim icin verdigim her kurus sonuna kadar helal olsun.

Sadece telefon ve internet olarak degil, arkadas olarak da tasindigi icin. İnsanlarin yalnizlik hissini ortadan kaldirdigi icin, bence cigir acti.

Rehbersiz dolasilabiliyor. Muzik, televizyon, kitap, film ne isterseniz elinizin altina getiriyor.

Boyle bir arkadas zor bulunur...

Steve Jobs degilse kim cennetlik bilemem.

30 Ekim 2011 Pazar

Roma'da son gunum yarin- bugun olmus artik.
Ozleyeceklerim var. Bir de doyduklarim.
Muthis yerler gordum. Harika anilar biriktirdim.
Ogrendiklerim sahane! Muthis bir temel attim ve ver elini dunya. Bundan sonra dunya haritasindan yer secip kurslari takip etmem gerekiyor.
Hayati, ogullarimi, dostlarimi, hayatin sundugu imkanlari, insanlari, renkleri, gozun gorebilmesini, kulagin duyabilmesini, tenin hissetmesini, koku alabilmeyi.... Seviyorum.
Tesekkurler Tanrim. Beni sevdigini biliyorum ;)

İstanbul'un bazi seylerini ve yerlerini ozledim. Ama oradaki hayattan korkuyorum acikcasi. Beni tukettigi icin. Hayat kalitemi dusurdugu icin. Neyse. Onu da cozecegim elbet... Zira, kalbim orada atiyor...

27 Ekim 2011 Perşembe

Medeniyet

Yurt disinda cok sık rastladigim birsey: aksam saatlerinde evlerde yapilan piyano/gitar/cello egzersizlerinin disari sizan sesleri. Medeniyet, bizde tek disi kalmis canavar gibi olsa da aslinda pek kotu birsey diil sanki :) Medeniyet, cepteki para, dikilen gokdelen, gidilen ultramegasuper luks restoranlar, jipler, tanklar degildir; sanat, kultur, saygi harmani ile yasama sanati ve zevkidir.
Demem o ki: sanat, kultur yoksa medeniyet de olmaz, olamaz.
Saygi ise, olmazsa olmaz. Sine qua non.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Neron muydu acaba?

Hayatta komik seyler de oluyor bazen. Neredeyse emin oluyorum kamera sakasi olduguna...

Dun Roma'nin bazi sokaklarini istemeden de olsa eskittim. Program yogundu ve gunun sonuna oglanlarin siparislerini bulmak kaldi. Hic de kolay olmadi. Yok ferrariydi yok formulaydi, ama bu formula diilkiydi derken ben bittim. İsimi halletmenin verdigi huzur olmasa, oldugum yerde coker kalirdim. Ama o huzurla bedenimi suruklemeye devam ettim yorgun bir muzaffer olarak...
Kulagimda muzigim gozumu cevirdigim her noktada ya guzel bir bina ya guzel bir insan. Birden yanimda biri bitiverdi. Farketmemisim. Bir suredir benimle yuruyormus meger, duymamisim. Bana gitar cala cala eslik edermis! Cikardim kulakligimi. "Dove" filan deyince uzatmadan metroya dedim. Sorular detaylaninca anladim muhabbet uzayacak. "No italian" dedim. Nerdensin kimlerdensin muhabbeti ingilizce, ispanyolca, italyanca karisimi bir lisanla baslayinca, "kesin turktur bu" dedim. İsrarla nereli oldugumu sordu. Ooof of. Neden ben?! Bernini'ye cikan yokusta elimde torbalar, ayagimda kara sular, kafamda sorular ve yanimda bir meczupla epey yukluyum. Yok ispanyol, yok amerikali misinlardan sonra "i am from turkey" dedim, istenmem umuduyla. Adam yamuk yumuk turkce konusmaya basladi. Tamam dedim, bildim. Benle dalga geciyor. Amma ve lakin adam Portekizli cikti. Cok zorladim. Kesin dedim turksun ve gunun bu saatinde Tanri seni bana test diye yolladi. Meger adamin "İsmail" adinda "cok sevdigi" bir "arkadasi" varmis, onun sayesinde ogrenmis. Hatta 6 ay Bakirkoy'de kalmis. Adini sordum, "Konstantino" dedi. "N'olur biraz turkce konus benle. Unuttum cok" dedi. Kisa metrajli bir Fellini filmi daha cektikten sonra Metroya geldik ve hadi gule gule diyerek ugurladim, Roma'da İspanyola benzeterek bir Turk kizinin pesine takilan ve onunla turkce konusan Portekizli (ya da "Bakirkoy"lu ) adami!

Lâ havle velâ kuvvete...

Baska ne denir ki!

* Tele klutz belki :)

25 Ekim 2011 Salı

Bilinc baska, alti baska, ustu baska

Kursun bugunku kismini bitirdim. Ders calistim. Ama arka planda hep bir miktar huzun oluyor. Aklimin belli bir kismi olan bitene eslik ediyor. Etmese ayip olur zaten.
Sabahtan beri aklimdaki muzik de teyid ediyor duygudurumumu...
Ausencia...




Umarim Van soguk olmaz bu gece. Allah yardimcilari olsun.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Dua mi etmisim beddua mi bilemedim :(

Bir offf çeksek ordaki dağlar yıkılsa demiştim.
Yıkıldı. Ama dağlar değil. Yuvalar yıkıldı.
Çok üzgünüm.
Zor katlanıyorum.
Çaresiz kalmaya, seyretmeye, tıkanıp kalmaya, acı ile kavruluşu görürken memleketimde, dünyanın baska yerlerinde insanların hayattan çok da zevk alabildiklarine şahit olmaya...

Az önce uzaklardan gelen türkçe bir şarkı duydum. Başımı camdan uzattım ve Sezen Aksu'nun ilaç gibi sesini duydum. Gözlerim doldu, sevinçten. "Ben hâlâ dolaşıyorum âvâre" dese de. Şöyle garip bencileyin.

Özledim.

Dağıyla, ovasıyla.
Savaşıyla, barışıyla.

Allah gücümüzü artırsın, sabır versin...

Sosyalist Realism

Dun Palazzo delle Esposizioni'de bir sergi izledim. Sosyalist realist Rus ressamlarin 1920-1970 arasi eserlerinden olusuyordu. Birkac tanesini kendime daha yakin buldum ve kayda gectim.
Biri Viktor Popkov- Work is finished ( resmi, dis dunyanin ayna goruntusu degil, ic dunyanin bir imaji olarak tanimliyormus)


Bir digeri de Anatoli Levitin- A Warm Day ( reawakening of inner life, of individuality distinct from collective). Benim icinden gectigim surecte de benzer uyanislar var.


İkisi de durumuma, ruhuma ve begenime hitap ediyor.
Birkac tane daha var. Genel duruma uyan...
Daha sonra onlari da paylasacagim.

Ruslarin dirayetli, disiplinli ve uretken hallerini seviyorum.

20 Ekim 2011 Perşembe

Roma'dayim. 4. Gunum. Geldigimden beri piril piril gunes ve masmavi gokyuzu vardi. Dun bulutlandi. Sehit haberlerinden sonra. Ve bugun artik yapmak isteyip de donakaldigim icin yapamadigim seyi yapiyor. Durmaksizin, gokgurultuleri ile, simseklerle, firtinayla agliyor araliksiz olarak. Adeta kilometrelerce bulut var ve ne kadar yagsa durmayacak ve asla bir daha gunes yuzunu gostermeyecek. Hava karanlik. Simsek ile aydinlaniyor. Ben de boyle hissediyorum iste. Yagmak ve yagmak ve yagmak. Durmadan, dinlenmeden. Hic bitmeyecek gibi. Ve temizlemek ne var ne yoksa. Bir daha sehit vermemek icin. "Vatan sag olsun"mus. Olsun. Ama icinde sag kalmadiktan sonra... Veya aci ile kavrulmus, yanmis insanlarla dolduktan sonra. Hata var. Bir yerde hata var. Burada, Italya'da insanlar hayatin kremasini daha nasil mukemmellestirirler diye ugrasirken bizim varolma savasi ile ugrasmaya devam etmemiz veya buna mecbur birakilmamiz, haksizlik.
Sozler kifayetsiz. Hisler acitici. Eylemler yetersiz. Sonuc, basarisiz.
Kisir dongu var, kirilmayi bekleyen. Cozum bu dongude donmeye devam ederek degil, donguyu kirarak olur diye dusunuyorum.
Sehitler icin agliyor gokyuzu. Durmadan. İcim gibi. Gozlerim doluyor ve eslik etmek uzere yagmura, ramak kaliyor gozlerimden selaler akmasina. Ama tutuyorum kendimi. Cunku anlatmak ve konusmak istemiyorum insanlarla. Savunmak, tartismak, boyle bir yasi boyle bir anda paylasmak istemiyorum. Paylasilmiyor zira. Yasaniyor. Yasamayan da anlamiyor.
Ben de neyi ne kadar anladigimdan emin degilim. Ama kardeslerimizin bu sekilde yitip gitmeleri anlasak da anlamasak da devam ediyor.
Ne diyeyim?
Mekanlari cennet olsun.
Ruhlari sad olsun diyecegim, ama arkalarinda biraktiklari analar, babalar, cocuklar, kardesler, esler, sevgililer bu halde iken nasil sad olur ruhlari?
Eskiden "bir sirpli genc" vuruldugunda savas cikarmis. Simdi binlerce "Mehmetcik" sehit oluyor ve "catisma" ile sonuclaniyor. Bicak kemige dayandi deniyor onlarca yildir. Bicak bulsa kemigi dayanacak. Ama bulamiyor bir turlu. Belki de kemik de yok omurga da karar merciinde oturanlarda. Aci, dustugu yeri yakiyor. Ve yangin yayiliyor.
Bir de birlikten kacan asker haberi vardi bu sabah gazetelerde. Bitlis'te. Birkac yerinden vurulmus. Sehit desem sehit degil. Kim bilir ne dusuncelerle, korkularla kacti?

Yazik.

Bir offff ceksek oradaki tum daglar yikilsa. Heryeri dumduz olsa. Sorunlar yok olsa. Kimse yanmasa, aglamasa...

9 Ekim 2011 Pazar

DEH!!!!

Soğuk bir New York, Westchester gecesiydi. Şöminenin karşısında yağan kara karşı şaraplarımızı yudumlamış, sohbeti iyice yoğunlaştırmıştık. O gecenin tadına doyamadan uykuya düşmüştüm. 
Sanıyorum konuştuklarımıza ve halet-i ruhiyeme istinaden Sevgili Dilek Ablam bana manidar bir deyiş söylemişti tam da sızıp giderken ben. Ardından sarhoş halimle ettiğim okkalı küfrüme şaşakalmıştı. Bense o anı tam hatırlamamakla beraber, sonradan söylediğine göre, "az bile söylemişim" diyorum şimdi. 

Laf şöyle: 

"Everything comes in time to those who can wait" 
Francois Rabelais (1483-1553)

Rabelais'i .... demiştim. Bir daha diyorum. 

Neyi bekliyoruz arkadaşım!? Ne beklemeye değiyor? Hayat o kadar dolu, değişken, dinamik ve güzel ki! Her an yeni bir imkan. Her insan yeni bir umman. Gelen gelir, kalan kalır. Duran bakakalır.  

Sanırım şu lafı daha çok seviyorum, göçebe kültürün bir dölü olarak:

"Kervan yolda düzülür".

Hadi Burcu: Deh! 

*Hamiş: Sevgili Dilek Ablam. Şaşırma. Daha 2 gün önce Rabelais haklıymış demiştim. Bugün vazgeçtim :) 







30 Eylül 2011 Cuma

Elastica

Ravioli yaparken fonda çalan "Radyo Eksen"in hediyesi. Nefis...

Garip Ama Gerçek

Ben artık sertifikalı bir aşçıyım!
Bu konu ile ilgili uzuuuun bir yazı yazmak istiyorum aslında. 
Ama demliyorum konuları.
Çok eğlendim. Çok. 

16 Eylül 2011 Cuma

KESİNLİKLE!

"Laws and rules are made for the average man." Frank Lloyd Wright

Bindim bir alamete...

Dun cok kotuydum. Bu sabah sporda kendimleydim ve giderek iyilestim. Spordan cikarken de cok iyiydim. Kendi kendime dedim ki: "Kendini sev ve egit. Sonrasinda hayat seni kucaklar."
Aslinda ingilizce idi cumleler. Nedense. Bu aralar ingilizce bir roman okuyorum. Saniyorum onun etkisi var dusunce formatimda. "Love yourself. Train yourself. Life will embrace you inherently."
Tabii ki ipod falima da baktim. Ilk turkce sarki gunun anlam ve onemini belirleyecekti.
Tuttu sayilir...
http://m.youtube.com/#/watch?v=Xpy1bDr8Ii4

13 Eylül 2011 Salı

Kendimle bas etmeye calisiyordum tam da :)

"Kişinin kendine ettiğini sarhoş edemez, ayyaş edemez, mezar soyan nebbaş edemez. Kişinin kendine ettiğini edemez kişiye hiçbir fani. Tutmazsa gerçek dost elini kendi kendiyle baş edemez."

(Hz. Mevlânâ Celaleddin Rûmi)

11 Eylül 2011 Pazar

Ben de Meleklere İnanıyorum

Bugün sporda dersimi beklerken ipodumda shuffle yaptım ve fal tuttum.

Fallara inanmaya meyilim zaten vardı. Falsız kalmam artık :)

Sözleri ile...

I have a dream

I have a dream, a song to sing, to help me cope with anything
If you see the wonder of the fairy tale
You can take the future even if you fail
I believe in angels, something good in everything I see
I believe in angels, when I know the time is right for me
I'll cross the stream, I have a dream

I have a dream, a fantasy, to help me through reality
And my destination makes it worth the while
Pushing through the darkness still another mile
I believe in angels, something good in everything I see


I believe in angels, when I know the time is right for me
I'll cross the stream, I have a dream
I'll cross the stream, I have a dream

I have a dream, a song to sing, to help me cope with anything
If you see the wonder of a fairy tale
You can take the future even if you fail
I believe in angels, something good in everything I see
I believe in angels, when I know the time is right for me
I'll cross the stream, I have a dream
I'll cross the stream, I have a dream





Bakmazsak Göremeyiz

Bazen zaman geçmek bilmiyor.
Bazen de zaman geçmesin istiyorum.
Bazı yerler, bazı insanlar zaman dursun dedirtiyor.
Trafikte zaman geçmek bilmez genelde. Ama bugün keşke daha da yavaş aksa trafik dedim. Gördüğüm her bir noktanın güzelliğine doyamadan aktı gitti malesef. Dolmabahçe'ye inen yokuşta gördüğüm saat kulesi ve cami dolunayın ışığında, dolunayın ışığı denizde, boğaz köprüsü bunların solunda şıkır şıkır ışıklarıyla ve derken ben köprünün üstünde nereye bakacağımı şaşırmış bir halde... Tanrı'ya şükrettim. Hepsi için. Hepsini görebildiğim ve görmeme izin verdiği için.
Gamsız baykuş değilim, ama fırsatları değerlendirmeye çalışıyorum. Bakmazsam göremem. Sadece bakmayı bilmek lazım belki de.


* Bu şehirle ilgili gel-gitlerim, şehirle yaşadağım sado-mazo ilişkim, bu şiddetli geçimliliğim...
Hep baştan çıkarıcı "İstanbul" yüzünden. 
Herşeye rağmen... 
Hala İstanbul. 



Truth against the world...

5 Eylül 2011 Pazartesi

Love is moral even without legal marriage.
But marriage is immoral without love.

3 Eylül 2011 Cumartesi

Biraz tuzlu su, biraz uyku.
Biraz şarkı, biraz rakı.
Geldi benim tatilimin zamanı!
Ve şarkının adı "Bodrum olmayan bir Ege kıyısı".
Zira Bodrum'un çivisi çıktı.

2 Eylül 2011 Cuma

Tekzip

Bir türlü yazamadım, son yazımdan sonra yaşadıklarımı...


Ne kadar da "havalı" yazmışım: "... herşeyi seçme özgürlüğüne sahibim. Dahası var mı? Bundan büyük zenginlik var mı?" diye. İlahi bir yerlerden cevap hiç gecikmedi. O gecenin sabah ile buluşmasına az bir zaman kala geldi cevap.


Sabah saatler bile 3:15'i göstermeye üşenirken, nereden geldiğini anlamaya fırsat bulamadığım ses ile yatağımdan fırladım. Kalbim kulaklarımdan çıkmasın diye kulaklarımı tuttuğumu hatırlıyorum. O çarpıntı ve refleks ile pencereye yöneldim. Yan apartmanın sokak kapısında bir kadın duvara yaslanmış ayakta durmaya çalışıyor, sonradan kocası olduğunu anladığımız adam da bir kapıya, bir kadına bir sokağa yönelip, durmaksızın küfür ediyor. Bilimum bayram ve tatil kombinasyonları nedeni ile terk edilmiş olan sokağımızda acaba bir tek ben miyim bunları seyreden diye düşünüyorum. Neyse... Adam bir ara kapıyı yumrukluyor. Göremiyorum kapının tamamını ama bir kısmı cam diye hatırlıyorum. Adam vuruyor ama şangırtı olmuyor. Beklentimde yalnız değilmişim demek ki gaipten bir ses ile irkiliyoruz; ben de olayın kahramanı güdük de. "Lan bi daha vursana kapıya öyle?!" diyor bir ses başka bir apartmandan. Gülmemek elde değil. Zira güdük vursa cama bir daha, kırıp camı anlayacak dünyanın kaç bucak olduğunu. Bitecek böylece dalkavukluk şovu. Hem de ilahi bir adaletle. Ancak vurmuyor ve sesin kaynağına okkalı bir küfür gönderiyor. Uzaktan uzağa laf atmalar devam ederken, mahalleyi bir anda kırmızı ve mavi ışıklar sarıyor. Bir an oğlanları kaldırsam da polis şovu görseler diye düşünüyorum. Sonra olayın vehametini hatırlayıp onların uyanmamasına seviniyorum. Polis sayısına bakılırsa Kaddafi bizim yan apartmanda! Sayabildiğim 20 polis var. 5 tane de araba. 2 tanesi Amerikan filmlerindeki gibi sokağı verev kesmiş. Kaddafi kaçmasın diye :P Güdük o arada bütün zillere bastığı için kapıyı birine açtırmış. Kadını, kedi gibi içeri sıvışıverirken görüyorum son anda. Kedi olsa daha akıllı davranır bu tehlikeli hayvanın tuzağına düşüp içeri gitmezdi tahminimce. Neyse... Polisler adamın etrafını sarınca, espritüel komşu az önceki atışmanın intikamını locasından almak istiyor ve "götürün bu herifi burdan" gibi bir yorumla güdüğü tekrar tetikliyor. Bir an "tamam şimdi uçuşa geçecek güdük" diyorum. Polislerin de müdahelesi ile yatışıyor neyse ki. Adamın savunması şöyle oluyor- locamdan herşey mükemmel duyuluyordu zira: "Ne var memur bey o benim karım!". Ve bu savunma ile 20 polisin 10'u adeta komut almış gibi arkalarını dönüyor ve arabalarına binip uzaklaşıyorlar. Kalan 10 tanesi ile muhabbet devam ediyor. Adam karısının sarhoş olduğunu, kendisinin de "bir birası olduğunu" söylüyor. "Genelde bir bira içerim bu akşam o da yok" veya "içtim o da alt tarafı bira" filan mı demek istedi bilemiyorum. Eğer bu gece içmedim demeye getiriyorsa, geri kalanı ya burundan, ya damardan gitmiş olsa gerek ki körkütük değil düdük gibi çığırtkan güdük. 


Ben sıkıldım ama adamın akibetini merak ettiğimden bekledim. Eğer polisler bu tantanaya rağmen olayı sadece "karı-koca kavgası" olarak algılayıp adamı bırakacak olsalardı, gelen ekiplerin izini sürüp polisleri şikayet edecektim. Benzer olaylara tanıklığım olmuştu. O zamandan kalma bir hırsım var. Ama neyse ki adamı götürdüler.


Ben böylece seçmediğim insanlarla, seçmediğim bir zaman da, seçmediğim bir şekilde burun buruna geldim. Hani demişim ya seçme özgürlüğüm var, dahası var mı, bundan büyük zenginlik var mı filan diye?! Pek de zengin değilmişim meğer :( 
Güldüm kendime şimdi :)


Ez cümle: Büyük lokma ye büyük söz söyleme :) (Bir önceki yazıma ithafen) Seçemiyoruz bir sürü şeyi tabii ki!!! 

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Bayram

Hayatımın en güzel bayramlarından birini yaşıyorum. Evde. Sessizlikte kitap okuyorum. Balkondan, uyanık tutup, serin hissettirecek kadar hava geliyor- esinti bile değil. Telefon yok. Hatta bazen müzik bile yok. Öyle bir toleranslıyım ki şu anda; bu cümleleri yazarken bütün cüssesi ve gürültüsü ile sokağı dolduran çöp kamyonuna bile hoşgörülüyüm. "Arife günü" işbaşındalar diye. Her günüm "bayram tadında" diye arifem de yok benim. "Şeker tadında" bayram dilemezler mi donup kalıyorum, tüylerim diken diken. Neden bilmem. O kalıp, çok "şerbetli- ballı" geliyor herhalde. "Tadında" kalıbı... Iyyyyyy.

Ne şizoid bir milletiz biz. Kutlamalar, ağıtlar, öfkeler, coşkular o kadar iç içe yaşanıyor ki herşey gerçekliğini yitiriyor; uyku ile uyanıklık arası o dönemdeki hale benziyor. Neydi dünkü ağlamalar derken, nedir bugünkü kutlamalar der buluyorum kendimi. Hafızasız ve belki de bu yüzden vefasız mıyız diye düşünüyorum. Herşeyi hatırlamak iyi olmasa da, bazı şeyleri de unutmamak iyi olur. Amma ve lakin, yarınımız o kadar önemli ki, bugün neyse de, dün büsbütün kaybediyor önemini. Bu kadar maddi değerlere bağlandıkça, övündüğümüz manevi değerler nerede bakınıyorum. Ve de bakakalıyorum. Değersizlik en büyük değer. Özensizlikle beraber. Nasıl olsa yenisi alınır herşeyin hoyratlığı ile yabani ot gibi üreyen görgüsüzlük. Kültür nedir peki? Ya da nerededir? Neredeyse öfkeyle kazınan, yok edilen eski şehirler... Yerine dikilen gökdelenler. Anladık. Anladıkları, yapabildikleri en iyi şey inşaat bazılarının. Yapın. Ama saygı. Biraz da eskiye saygı. Zevke, zerafete, mimariye saygı. Korumayı bilmiyorlar ki. Evlerinde de bu insanların atadan dededen kalma aile yadigarı yoktur biraz kurcalasak. Varsa yoksa "yeni para" toplayıp sakladıkları. Eski, eskimiştir onlar için. Değer bilmezlik kalmıştır onlara ailelerinden yadigar.

Bu hafızasızlık, saygısızlık, hız, tüketim, arsızlık içinde kendimi yavaşlattıkça, soyutladıkça, seçtikçe ve azalttıkça herkesi ve herşeyi, her bakımdan arttığımı hissediyorum. Müthiş bir arınma duygusuyla. Ne hikmetse insanlar da yavaş yavaş azalıyor etrafımda. Doğal seleksiyon gibi. Bir vesile ile ayıklanıyorlar. Kalanlar esas. İnsanın seçme özgürlüğünü kullanmayı çok erken yaşlarda öğrenmesi lazım. Ben bu özgürlüğü yeniden keşfettim ve hayatı yeniden yaşıyorum. Yediğim, içtiğim, konuştuğum, duyduğum, dokunduğum, kokladığım, okuduğum, seyrettiğim vs. herşeyi seçme özgürlüğüne sahibim. Dahası var mı? Bundan büyük zenginlik var mı? Hal böyle olunca e azalıyor etraftaki herşey tabii.

Ne mutlu varım diyene. Ne mutlu seçiyorum diyene. Ve bunun en doğal sonucu olarak ne mutlu seviyorum diyene!

Hayatı ve sunduklarını seçiyorum ve seçimlerimi seviyorum. İyi ki varım.

Herkesin bayramları kutlu olsun. Önce Zafer, sonra Şeker :)



Zaman öyle de geçecek.. Hayat böyle de bitecek.. Eeee bitsin, umudum cennetten..

Yazlık arabesk :)

11 Ağustos 2011 Perşembe

"Sevilenin yanlışı görünmez, sevilmeyenin görüntüsü yanlıştır."
Özdemir Asaf

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Anlar, sadece anlar

Anlar

Eger,yenıden başlayabilseydim yaşamaya, 
İkincisinde daha çok hata yapardım. 
Kusursuz olmaya çalışmaz,sırtüstü yatardım. 
Neşeli olurdum, ilkinde olmadıgım kadar, 
Çok az şeyi 
Ciddiyetle yapardım. 
Temizlik sorun bile olmazdı asla. 
Daha çokriske girerdim. 
Seyahat ederdim daha fazla. 
Daha çok güneş doguşu izler, 
Daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim. 
Görmedigim bir çok yere giderdim. 
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye. 
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine. 
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım. 
Yeniden başlayabilseydim eger,yalnız mutlu anlarım olurdu. 
Farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten. 
Anlar,sadece anlar.Siz de anı yaşayın. 
Hiçbir yere yanında su,şemsiye ve paraşüt almadan, 
Gitmeyen insanlardandım ben. 
Yeniden başlayabilseydim eger,hiçbir şey taşımazdım. 
Eger yeniden başlayabilseydim, 
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım. 
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. 
Bilinmeyen yollar keşfeder,güneşin tadına varır, 
Çocuklarla oynardım,bir şansım olsaydı eger. 
Ama işte 85'indeyim ve biliyorumn... 
ÖLÜYORUM.... 
Arjantin-1985
 
Jorge Luis Borges

27 Temmuz 2011 Çarşamba

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Dönüş

"Sözde tatil"den döndüm. Şimdi gerçekten dinlenmeye ihtiyacım var.
Yarın "işbaşı" yapıp, "başım"ı dinleyeceğim.
Anladım ki tatil zevkleri gerçekleştirebilmekmiş.
Anladım ki tatil sezon gerektirdiği için değil, beden istediği için yapılanmış.
Anladım ki İstanbul her daim, her şeye rağmen özleniyormuş.
Anladım ki herkes Mersin'e ben tersine imiş.
Ve yine gördüm ki nerde çokluk orda ....muş.

Herkes tatil yaparken çalışmalı, herkes çalışırken ben kaçmalıyım.

7 Temmuz 2011 Perşembe

Bella...

Bugün Bella ile tanıştım. Zor değil farklılığını fark etmek.
Öyle yaşlanmak isterim. Gizemi, duruşu ve yaşanmışlığı ile...

Geçmiş olsun Bella.

SERE SERPE

Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;
Entarisi sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama…

Olmaz ki!

Böyle de yatılmaz ki!



24 Haziran 2011 Cuma

Ey yürek...

Körlük gözde kalsın,
Sağırlık kulakta,
Dermansızlık dizde kalsın,
Sükûnet dudakta..
Lakin yürek sağırlaşmasın,
Körleşmesin, dermansız kalmasın ki;
Seni görsün,
Seni duysun,
Sana koşsun çatlarcasına..
Yürekte yaşanmazsa,
Göz görüneni neylesin?..
Gönül hissetmezse,
Kulak duymuş neylesin?..
Kalp sevmedikçe,
El dokunmuş neylesin..

Mevlana

23 Haziran 2011 Perşembe

Mi niña Lola- Buika

Pencerden gelen esinti ile kıpırdayan perde, dışı buğulu bardakta çıtırdayan buz, sessizlikte ruhunuza masaj yapan Buika...

13 Haziran 2011 Pazartesi

Seçtik... S.çt.k...



Kelimeler... En güzel oyuncaklar. Ustası Neyzen Tevfik'ten günün anlam ve önemine binaen alınan inciler...
Ruhu şad olsun. Olabilirse...
***
"Türk milleti gariptir, her lafı kaldırmaz. İbne dersin kızar da, .ikersin aldırmaz.'' 

***


"Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassup pusudan çıktı yine,
Yurdu şahane cehalet yeni baştan bürüdü."



Yasam Zevki

Bir arkadasim dedi ki: "Bankada 1 milyon dolarim olsaydi ben de gezerdim senin gibi".
Dusundum bankada ne kadar param var diye. Gulumsedim.
Bankada o kadar param olsaydi ne yapardim diye sordum kendime.
Cevaplar:
- Her sabah uyanabildigime ve elimdekilere sukrederdim,
- Sevdiklerimle zaman gecirirdim,
- Hobilerimle ugrasirdim,
- Yardimda bulunurdum,
- Seyahat ederdim,
- Spor yapardim.

Fark ettim ki coktan zenginim. Zira hepsini yapiyorum.
Bu listedekileri yapmak icin cok para gerekmiyor ama hayati ve insanlari cok sevmek ve bir de zaman gerekiyor. Zaman hem bunlari gerceklestirmek icin, hem de zenginligin para olmadigini anlamak icin gerekiyor.

Dolayisi ile zenginlik, bankada degil hayatta biriktirilenlerle oluyor. Yasamdan en cok zevk alan, en zengin oluyor :) Ama tersi her zaman dogru olmuyor- olamiyor...

7 Haziran 2011 Salı

Bu Kadar Basit



BASİT YAŞAYACAKSIN

Basit yasayacaksin,BASIT

Mesela susayınca su 
içecek kadar basit...

Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.

Tek düğmesi olacak elindeki cihazin;

tek bir düğme, tek bir cümle gibi...

Sevince lafı dolandırmadan soylediğin

"seni seviyorum" gibi.


Basit bir öpücük yetecek sana...

Basitsıcak bir öpücük;

ve o opücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.

O öpücük için yapacaksın 
hayatının kavgasını,

öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

Kabak çekirdeği verecek sana

rakamların veremediği mutluluğu.

El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak

en değerli kağıdın -hep yanında taşıdığın, atmaya

kıyamadığın.

İki harekette giyiniverecek,

iki harekette soyunuvereceksin.

Kısacık olacak uyanman,

ve yola çıkman arasında geçen süre;

Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve

yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;

bakışların bile anlatabilecek kendini.

Beklentilerin de basit olacak:

Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.

Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;

ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz aşk

romanını.

Pankreasının sağlığına dua edeceksin

kapatırken gözlerini.

Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

Bir kaşarlı tost olacak aradığın

nasıl oturacağını

bilemediğin sofrada,

parmakların en kıymetli çatalın.

Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.

İskender'in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana

kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir

"fa diyez"in mutluluğunu.

Makyajı ilk "a" sına kadar bilmen yetecek.

Temizlik kokacak en pahalı parfümün.

"Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediğinde ve

Çok normal olacak "onu da" bilemeyişin.

Tek dereden su getirmen yetecek,

bir "istemiyorum" diyebilmeye,

Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.

Saatin, sadece saati gosterecek,

Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,

Küçük bir not defteri olacak "bilgini" en hızlı "sayan".

Basit yaşayacaksın, basit.

Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi

basit...

NAZIM HİKMET'e yakıştırılan YALÇIN ERGİR Şiiridir.



* İşkillenmiştim daha ilk okuduğumda. Nereden bilmiş ki Nazım Hikmet çok "tuşlu" veya  "işlemci" cep telefonlarını, bilgi "sayan"ları vs. diye. Ama birçok kaynakta aynı imza ile görünce itiraz edememiştim. Ama buldum sonunda şairi. 
Sayın Yalçın ERGİR'den önce özür diler, sonrasında da saygılarımı sunarım. 

3 Haziran 2011 Cuma

Kasma Burcu Kasma!

Aslında yazasım yok. Ama yazmadıkça da köreliyorum.

Dalış pek de korktuğum gibi gitmedi. Bir ara ben gider gibi oldum ama son anda geri döndüm. Herhalde havuz çalışmasında tam rezil olamamıştım. Denizde tamamen rezil oldum :D
Birşey fark ettim: Giderayak ilk aklıma gelen "Kahraman Annesi"ni teknede merakla bekleyen Kayra oldu. Herkes bir yana ona rezil olmayı göze alamadım. Allah, bir de Murat korudu diyelim... Gerisin geri aşağı indim ve kaldığım yerden devam ettim. Hayat... Devam ediyor zira.

Son dalış keyifli oldu, dolayısı ile ağzımda iyi bir tat kaldı. Bu işe devam ederim dedim.

Olayın bütünü keyifli. Ritüelleri. Yolculuğu, hazırlanması, muhabbeti, arkadaşlığı... Felsefesi ise ayrı bir konu. Kitap konusu. Ama önce yaşamalıyım. Yazmak haddim değil şu anda.

Kayra su altı lisanı ile konuşuyor döndüğümüzden beri. Kerem de gelmediği halde bizden öğrendi, o da katılıyor sessiz sohbetimize :)) Havaya şimdiden girmeleri güzel.

Hafta sonundaki Scuba deneyiminden kalan: kuralları bilip işi akışına bırakmalı. Ne tek başına kurallar, ne de tek başına akış olmuyor. Uyum esas olan. Bunun için de kasmamak lazım; sakinlik olmazsa olmaz.
Tam benlik :P
Rastgele diyorum...


27 Mayıs 2011 Cuma

Şartlanmalar

Su altı deneyimim eşsizdi: Gruptan ayrı eğitim almak zorunda kaldım  Çünkü maskeden su tahliyesini yapamadım. Burnumdan nefes vereceğime aldım her seferinde ve boğuldum. Yıllardır pilateste tersini yapan biri olarak ben, su altında beynimdeki şalterin yönünü değiştirmeyi beceremedim. Epey uğraştılar ama sonunda oldu.

Aslında müthiş bir deneyim. Beni açıkça şartlanmalarımla yüzleştirdi. Kendimi doğal akışa bırakamadığımı, bırakabilirsem otomatik uyuma geçebileceğimi gösterdi. Bunu da, Emin Hocam yaptıklarımızı gözüm kapalı yaptırınca ve bir seferde yapabilince anladım. Gözüm açıkken ne oluyor bilmiyorum ama kapalı iken ortama şıp diye uyabiliyorum. İlginç... 

Yarın gerçek dalış var. Hayırlısı diyorum ve oğlum Kayra ile gidiyorum :)